24 Mart 2012 Cumartesi

Vücudumuzun Merkezi Kalbimiz

Eski yunanda kalbin varlığı çok iyi biliniyordu ve onlar kalbe Kardia ismini vermişlerdi. Günümüz dilinde de aynı kelimeden Kardiak ve Taçikardia kelimeleri türetilmiştir. Aristoteles kalbi, insanın merkezi, insan ruhunun mekanı olarak tasvir eder.
Romalılar Kardia kelimesini Kor (cor) kelimesine dönüştürmüş, kardia kelimesi ise halen ingilizcedeki “cordial greetings” benzeri tabirlerde halen yaşamaktadır. Yine kalbi tasvir eden eski kelimelerden biri olan “herton” da “cor” kelimesinden türetilmiş olup günümüzde ingilizcedeki “heart” yani kalp kelimesine temel oluşturmuştur.

Kalbimiz vücudumuzun neresindedir? Çok basit bir soru gibi geliyor öyle değil mi?

Tabii ki göğsümüzün sol tarafında diye cevap verdiğinizi duyar gibi oluyoruz? Halbuki kalbimizin uç tarafı sol göğüs kafesimize yaklaşır şekilde konuşlanmış olsa da aslında göğsün ölü noktası olan tam orta noktasının altında yer almaktadır. Kalp atışlarımızın göğsün sol tarafından daha rahat hissedilmesinin tek sebebi ise önce de belirttiğimiz gibi kalbin sol tarafa uzayan ucunun göğüs kafesimize bu noktada temas etmesinden ibarettir.

Peki acaba kalbinbüyüklüğü ne kadardır hiç düşündünüz mü? Bir insansınız öyle değil mi? Bu durumda büyüklüğü hemen hemen yumruğunuz büyüklüğünde belki biraz daha büyük olacaktır. Üstlendiği görevleri düşündüğünüz zaman bu büyüklüğün yeterli olmadığını düşünebilirsiniz.

Bazı hayvanlarda örneğin atlarda ise kalp büyüklüğünün vücut büyüklüğüne oranı insana oranla çok daha yüksektir. Bu da atların dayanıklılığa bağlı egzersizlerdeki üstünlüklerini açık bir şekilde açıklıyor.

Dayanıklılık sporları ile uğraşan sporcuların kalpleri de yaptıkları antrenmanlar ve genetik özelliklerinin paralelinde normal ölçülere göre oldukça büyüktür

Kalp aslında bir değil iki farklı parçadan oluşur: sol ve sağ kalpler. Her ikisi de bir batımda aynı miktarda kan pompalarlar. Birbirlerinden farkları ise farklı mekanlara farklı basınçlarda kanı göndermeleridir. Sağ kalpçik vücut tarafından kullanım sonrası boşalmış olan kanı alarak yeniden oksijenle dolabilmesi için akciğerlere pompalar. Bu organların uzaklığı gözönüne alındığında bu kısa bir yolculuktur ve daha düşük bir basınç ile gerçekleştirilmelidir. Bu yüzden sağ kalpçiğin çeperleri daha incedir. 







Sol kalpçik ise tam tersine tam bir iş makinasıdır. Akciğerlerden oksijenle dolu olarak gelen kanı vücudun en uç noktalarına kadar ulaştırmak ile görevlidir. Bu yüzden sol ve sağ kalpçikler birbirlerine bağlıdır. Sol kalpçik çeperleri bu yüzden daha kalındır. Nasıl olmasın ki? Kolunuzla düzenli olarak belirli ağırlıkları kaldırdığınızı düşünün. Bir müddet sonra bisepslerinizin gittikçe büyüdüğünü göreceksiniz. Aynı şey sol kalpçik için de geçerlidir. Böylece her atımda pompalama gücünü azalmaktan öte artma eğilimindedir.



Peki kanı nasıl pompalıyor kalbimiz?
Klasik olarak çoğunluk kalbin dış çeperlerini daraltarak aort bölgesinde kanı sıkıştırdığını düşünür. Bu anlayışın bu kadar yaygın olmasının bir nedeni özellikle açık kalp ameliyatı görüntülerinde kalbin yukarıda anlatıldığı tarzda bir hareket yaptığının görülmesidir. Halbuki normal şartlarda kalp “Torasik Kavitesi”nin içerisinde sıvı dolu bir ortamda çalışır. Günümüzde elde edilen bulgular kalbin aslında tam bir piston ya da vakum makinesi benzeri çalıştığını göstermektedir.

Yani çalışma prensibi dış çeperin daralması ve kasılması şeklinde oluşmamaktadır. Bulgulardan yapılacak bir başka çıkarsama ise kalp atış hızı arttıkça kalbin, sözünü ettiğimiz sıvı ortamı ve vakum hareketinin sinerjisinden yararlanarak daha iyi bir performans sergiliyor olmasıdır.

Yapay kalplerin halen istenilen başarıya ulaşamamalarının bir nedeni de yanlış çıkarsamalar sonucu gerçekten uzak bir kalp dinamiği üzerine kurulmuş olmalarıdır. Kalp hakkındaki klasik inanışların zaman geçtikçe ve ancak yavaş bir şekilde değişeceğine inanıyoruz..

Gelin biraz daha detaya girelim. Sizce hangi faktör kalp atış hızını belirlemektedir?
Aslında bu soruyu biraz fizyoloji jargonu kullanmadan cevaplamak oldukça zor: Kemiklere bağlı çalışan kasların aksine, kalp, isteme bağlı çalışan bir kas değildir. “Çoğumuz” kalbimize daha yavaş ya da hızlı atmasını söyleyebilecek yeteneğe sahip değiliz. (Bio geridönüş çalışmaları yapanları bu genellemenin dışında tutmak gerekiyor)

Kalp atış sıklığı, otomatik sinir sistemimizin sempatik ve parasempatik dengelerindeki değişikliklere bağlı olarak farklılıklar gösterir. Her iki sinirsel bağlantı da sağ atriumdaki Sino-Atrial adı verilen küçük bir doku alanından uyarımlarını iletmektedir.

"Dinlenme ve yeniden yapılanma" (parasempatik hareketlilik) uyarımları kalp atım hızını yavaşlatırken, "savaş ve uç" (sempatik) uyarımları hızı artıracaktır. Normalde, vücut bu iki farklı uyarım arasında parasempatik tarafa ağırlık veren bir denge kurmuştur. Aslında her iki uyarım olmasa da kalp temel yapılanması gereği otomatik olarak kalp atımına devam edecek şekilde yaratılmıştır. Bu kendinden oluşan atım gücü (rölanti denebilir) 20 atışlık bir otomatik yardımı beraberinde getirmektedir. Tam olarak parasempatik uyarımın hakim olduğu bir ortamda kalp atış hızı 30 atıma kadar düşebilir.

Normal ortalama bir insanın otomatik olarak sempatik bazlı uyarımlara sahip olması nedeniyle normal kalp atım hızı 70 atım civarındadır. Antrenmanların yardımıyla kalp dinlenme esnasında giderek azalan miktarda sempatik uyarım almaya alışır. Dayanıklılık sporları ile elit seviyede uğraşan atletlerde dinlenme atım hızları 35 – 40 atımlar civarında oluşmaktadır. Bunun yanında 28 atımlık örnekler de raporlanmıştır.

Herhangi bir harekete başlanması durumunda parasempatik uyarımlar devreden çıkar ve ilk hamlede kalp 100 atımlık hızlara ulaşır. Sempatik uyarımların artmasıyla ve daha yoğun bir antrenman temposuna girildiğinde ise kalp en yüksek atım seviyelerine doğru yola çıkar.

Antrenmanlar en yüksek kalp atış sayınızı artırır mı sizce? Kesinlikle hayır. Aksine yaşlanmayla birlikte en yüksek kalp atış hızımız zamanla azalmaktadır. Özellikle dayanıklılık sporlarıyla ilgili sporcularda görülen en belirgin değişim, bir batımdaki pompalanan kan hacminin artış göstermesidir. Antrenmanlı bir kalp zamanla büyür ve daha çok kan pompalamaya başlar.

Kalp kası diğer tüm vücut dokuları ve organları gibi oksijen zengini kana muhtaçtır. Kan, kalbin kendi koroner dolaşım sistemi ile kalbe gelir. Aort, vücudun en önemli kan taşıyıcısıdır. Aort iki ana damardan oluşur ve bu iki ana damar da daha küçük damarlara bölünürler. Sol arter, sol kalpçiğe sağ arter ise sağ kalpçiğe kanı taşımak ile görevlidir.

Kalp ve ona bağlı dolaşım sistemi kardiovasküler sistemi oluşturur. Kalp bir pompa gibi çalışarak kanı organ, atardamarlar yardımıyla doku ve hücrelere oksijen ve besleyici malzemeleri taşımak için gönderirken, kan toplardamarlar yardımıyla bu dokuların oluşturduğu karbondioksit ve atık maddeleri de alarak geri döner.

Bu dolaşım çok kompleks bir damar sistemi ile gerçekleşir. Eğer kardiovasküler sistemdeki tüm damarları uç uca ekleseydik uzunlukları 96.500 km'ye varırdı ki bu mesafe dünya çevresini iki kere dolaşmaktan daha fazla bir uzaklığı ifade etmektedir. Aşağıdaki resimde temiz kanı taşıyan atardamarlar kırmızı kirli kanı taşıyan toplardamarlar ise mavi renkte gösterilmiştir.


Dokulara yaklaştıkça oksijen ve besin alışverişini sağlayan damarlar da incelir ve bir saç teli seviyelerine kadar iner. Hatta bazı damarcıklarda bu kalınlık sadece bir kan hücresinin geçebileceği noktaya kadar inebilir. Diğer taraftan kirli kanı alacak olan damarlara venül adı verilir ve bunlar daha sonra birleşip daha geniş damarlara bağlanırlar.

Anlayacağınız doğada mucize arayanlarımız için dolaşım sistemimiz ve genel olarak vücudumuz başlı başına bir doğa harikası olarak karşımıza çıkıyor. Bu kadar eşsiz bir yapıyı tanımadığımızda ise ona vereceğimiz zararlar hem hayat kalitemizin düşmesine hem de kaliteli geçirilecek hayat süremizin kısalmasına neden olacaktır. Bu yüzden hayat boyu beslenmemize dikkat ederken, spor yapmaya devam etmeliyiz.

0 yorum:

Yorum Gönder

Share

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More