Eski yunanda kalbin varlığı çok iyi biliniyordu ve onlar kalbe Kardia
ismini vermişlerdi. Günümüz dilinde de aynı kelimeden Kardiak ve
Taçikardia kelimeleri türetilmiştir. Aristoteles kalbi, insanın merkezi,
insan ruhunun mekanı olarak tasvir eder.
Romalılar Kardia kelimesini
Kor (cor) kelimesine dönüştürmüş, kardia kelimesi ise halen
ingilizcedeki “cordial greetings” benzeri tabirlerde halen yaşamaktadır.
Yine kalbi tasvir eden eski kelimelerden biri olan “herton” da “cor”
kelimesinden türetilmiş olup günümüzde ingilizcedeki “heart” yani kalp
kelimesine temel oluşturmuştur.
Kalbimiz vücudumuzun neresindedir? Çok basit bir soru gibi geliyor öyle değil mi?
Tabii ki göğsümüzün sol tarafında diye cevap verdiğinizi duyar gibi
oluyoruz? Halbuki kalbimizin uç tarafı sol göğüs kafesimize yaklaşır
şekilde konuşlanmış olsa da aslında göğsün ölü noktası olan tam orta
noktasının altında yer almaktadır. Kalp atışlarımızın göğsün sol
tarafından daha rahat hissedilmesinin tek sebebi ise önce de
belirttiğimiz gibi kalbin sol tarafa uzayan ucunun göğüs kafesimize bu
noktada temas etmesinden ibarettir.
Peki acaba kalbinbüyüklüğü ne kadardır hiç düşündünüz mü? Bir insansınız
öyle değil mi? Bu durumda büyüklüğü hemen hemen yumruğunuz büyüklüğünde
belki biraz daha büyük olacaktır. Üstlendiği görevleri düşündüğünüz
zaman bu büyüklüğün yeterli olmadığını düşünebilirsiniz.
Bazı hayvanlarda örneğin atlarda ise kalp büyüklüğünün vücut büyüklüğüne
oranı insana oranla çok daha yüksektir. Bu da atların dayanıklılığa
bağlı egzersizlerdeki üstünlüklerini açık bir şekilde açıklıyor.
Dayanıklılık sporları ile uğraşan sporcuların kalpleri de yaptıkları
antrenmanlar ve genetik özelliklerinin paralelinde normal ölçülere göre
oldukça büyüktür
Kalp aslında bir değil iki farklı parçadan oluşur: sol ve sağ kalpler.
Her ikisi de bir batımda aynı miktarda kan pompalarlar. Birbirlerinden
farkları ise farklı mekanlara farklı basınçlarda kanı göndermeleridir.
Sağ kalpçik vücut tarafından kullanım sonrası boşalmış olan kanı alarak
yeniden oksijenle dolabilmesi için akciğerlere pompalar. Bu organların
uzaklığı gözönüne alındığında bu kısa bir yolculuktur ve daha düşük bir
basınç ile gerçekleştirilmelidir. Bu yüzden sağ kalpçiğin çeperleri daha
incedir.
Sol kalpçik ise tam tersine tam bir iş makinasıdır. Akciğerlerden
oksijenle dolu olarak gelen kanı vücudun en uç noktalarına kadar
ulaştırmak ile görevlidir. Bu yüzden sol ve sağ kalpçikler birbirlerine
bağlıdır. Sol kalpçik çeperleri bu yüzden daha kalındır. Nasıl olmasın
ki? Kolunuzla düzenli olarak belirli ağırlıkları kaldırdığınızı düşünün.
Bir müddet sonra bisepslerinizin gittikçe büyüdüğünü göreceksiniz. Aynı
şey sol kalpçik için de geçerlidir. Böylece her atımda pompalama gücünü
azalmaktan öte artma eğilimindedir.
Peki kanı nasıl pompalıyor kalbimiz?
Klasik olarak çoğunluk kalbin dış çeperlerini daraltarak aort bölgesinde
kanı sıkıştırdığını düşünür. Bu anlayışın bu kadar yaygın olmasının bir
nedeni özellikle açık kalp ameliyatı görüntülerinde kalbin yukarıda
anlatıldığı tarzda bir hareket yaptığının görülmesidir. Halbuki normal
şartlarda kalp “Torasik Kavitesi”nin içerisinde sıvı dolu bir ortamda
çalışır. Günümüzde elde edilen bulgular kalbin aslında tam bir piston ya
da vakum makinesi benzeri çalıştığını göstermektedir.
Yani çalışma prensibi dış çeperin daralması ve kasılması şeklinde
oluşmamaktadır. Bulgulardan yapılacak bir başka çıkarsama ise kalp atış
hızı arttıkça kalbin, sözünü ettiğimiz sıvı ortamı ve vakum hareketinin
sinerjisinden yararlanarak daha iyi bir performans sergiliyor olmasıdır.
Yapay kalplerin halen istenilen başarıya ulaşamamalarının bir nedeni de
yanlış çıkarsamalar sonucu gerçekten uzak bir kalp dinamiği üzerine
kurulmuş olmalarıdır. Kalp hakkındaki klasik inanışların zaman geçtikçe
ve ancak yavaş bir şekilde değişeceğine inanıyoruz..
Gelin biraz daha detaya girelim. Sizce hangi faktör kalp atış hızını belirlemektedir?
Aslında bu soruyu biraz fizyoloji jargonu kullanmadan cevaplamak oldukça
zor: Kemiklere bağlı çalışan kasların aksine, kalp, isteme bağlı
çalışan bir kas değildir. “Çoğumuz” kalbimize daha yavaş ya da hızlı
atmasını söyleyebilecek yeteneğe sahip değiliz. (Bio geridönüş
çalışmaları yapanları bu genellemenin dışında tutmak gerekiyor)
Kalp atış sıklığı, otomatik sinir sistemimizin sempatik ve parasempatik
dengelerindeki değişikliklere bağlı olarak farklılıklar gösterir. Her
iki sinirsel bağlantı da sağ atriumdaki Sino-Atrial adı verilen küçük
bir doku alanından uyarımlarını iletmektedir.
"Dinlenme ve yeniden yapılanma" (parasempatik hareketlilik) uyarımları
kalp atım hızını yavaşlatırken, "savaş ve uç" (sempatik) uyarımları hızı
artıracaktır. Normalde, vücut bu iki farklı uyarım arasında
parasempatik tarafa ağırlık veren bir denge kurmuştur. Aslında her iki
uyarım olmasa da kalp temel yapılanması gereği otomatik olarak kalp
atımına devam edecek şekilde yaratılmıştır. Bu kendinden oluşan atım
gücü (rölanti denebilir) 20 atışlık bir otomatik yardımı beraberinde
getirmektedir. Tam olarak parasempatik uyarımın hakim olduğu bir ortamda
kalp atış hızı 30 atıma kadar düşebilir.
Normal ortalama bir insanın otomatik olarak sempatik bazlı uyarımlara
sahip olması nedeniyle normal kalp atım hızı 70 atım civarındadır.
Antrenmanların yardımıyla kalp dinlenme esnasında giderek azalan
miktarda sempatik uyarım almaya alışır. Dayanıklılık sporları ile elit
seviyede uğraşan atletlerde dinlenme atım hızları 35 – 40 atımlar
civarında oluşmaktadır. Bunun yanında 28 atımlık örnekler de
raporlanmıştır.
Herhangi bir harekete başlanması durumunda parasempatik uyarımlar
devreden çıkar ve ilk hamlede kalp 100 atımlık hızlara ulaşır. Sempatik
uyarımların artmasıyla ve daha yoğun bir antrenman temposuna
girildiğinde ise kalp en yüksek atım seviyelerine doğru yola çıkar.
Antrenmanlar en yüksek kalp atış sayınızı artırır mı sizce? Kesinlikle
hayır. Aksine yaşlanmayla birlikte en yüksek kalp atış hızımız zamanla
azalmaktadır. Özellikle dayanıklılık sporlarıyla ilgili sporcularda
görülen en belirgin değişim, bir batımdaki pompalanan kan hacminin artış
göstermesidir. Antrenmanlı bir kalp zamanla büyür ve daha çok kan
pompalamaya başlar.
Kalp kası diğer tüm vücut dokuları ve organları gibi oksijen zengini
kana muhtaçtır. Kan, kalbin kendi koroner dolaşım sistemi ile kalbe
gelir. Aort, vücudun en önemli kan taşıyıcısıdır. Aort iki ana damardan
oluşur ve bu iki ana damar da daha küçük damarlara bölünürler. Sol
arter, sol kalpçiğe sağ arter ise sağ kalpçiğe kanı taşımak ile
görevlidir.
Kalp ve ona bağlı dolaşım sistemi kardiovasküler sistemi oluşturur. Kalp
bir pompa gibi çalışarak kanı organ, atardamarlar yardımıyla doku ve
hücrelere oksijen ve besleyici malzemeleri taşımak için gönderirken, kan
toplardamarlar yardımıyla bu dokuların oluşturduğu karbondioksit ve
atık maddeleri de alarak geri döner.
Bu dolaşım çok kompleks bir damar sistemi ile gerçekleşir. Eğer
kardiovasküler sistemdeki tüm damarları uç uca ekleseydik uzunlukları
96.500 km'ye varırdı ki bu mesafe dünya çevresini iki kere dolaşmaktan
daha fazla bir uzaklığı ifade etmektedir. Aşağıdaki resimde temiz kanı
taşıyan atardamarlar kırmızı kirli kanı taşıyan toplardamarlar ise mavi
renkte gösterilmiştir.
Dokulara yaklaştıkça oksijen ve besin alışverişini sağlayan damarlar da
incelir ve bir saç teli seviyelerine kadar iner. Hatta bazı
damarcıklarda bu kalınlık sadece bir kan hücresinin geçebileceği noktaya
kadar inebilir. Diğer taraftan kirli kanı alacak olan damarlara venül
adı verilir ve bunlar daha sonra birleşip daha geniş damarlara
bağlanırlar.
Anlayacağınız doğada mucize arayanlarımız için dolaşım sistemimiz ve
genel olarak vücudumuz başlı başına bir doğa harikası olarak karşımıza
çıkıyor. Bu kadar eşsiz bir yapıyı tanımadığımızda ise ona vereceğimiz
zararlar hem hayat kalitemizin düşmesine hem de kaliteli geçirilecek
hayat süremizin kısalmasına neden olacaktır. Bu yüzden hayat boyu
beslenmemize dikkat ederken, spor yapmaya devam etmeliyiz.
0 yorum:
Yorum Gönder